28 Temmuz 2010 Çarşamba

SEBZELİ KURABİYE (VEGAN)

Oh işte, güzel güzel yağlar, yumurtalar filan yaşayayıp gidiyorduk. Mis gibi yani kolesterol filan hikaye zaten o bir yalanmış... Gel keyfim gel yani. Günlerden bir gün bir arkadaşımın tavsiyesiyle Beşiktaş'ta bir vegan restorana gittim. Yani bütün dünyam yıkıldı diyemesem de bir kısmı yıkıldı. Evet vegan yemekler yani hayvansal hiç bir şey olmayan bu yiyecekler hakkaten nefismiş. O kadar... Üstelik yedikten sonra hiç bir yan etkide yapmadı. Yani doymamak gibi ne bileyim ağza alınamayacak başka şeylerde var ağazdan çıkan mesela mide filanı feşmekanı. Süper bi iş yani Beşiktaş'ta acıkınca gidilecek nefis bir vaha (ki bu lafa da restoranla ilgili yazımın başlığı olacak zaten). He bi de restoranın yeri ve adı... Efenim adı "LOVING HUT" aslında kendileri uluslararası bir restoran ama tavrı minik sıcak bi restoran ve ucuz  bi restoran yani 7,50 TL'ye insan doyuyor... Üstelik bayaa doyuyor, ama diyelim daha denirse maksimum 12,50 TL'ye doyuyor insan. Üstelik İstanbul restoranının sahibi Simge'den bi de güler yüz hediye:) Yeri de Beşiktaş'tan Fulya'ya giden caddedeki hamamın sokağına girince bir 100 metre sonra sağda ya da Ihlamurdere Cd. Şair Veysi Sk. No:4/B.

Loving Hut durumu bu. Gizem'le konuşurken birden gaza gelip daha önce yaptığım sebzeli kurabiyeyi vegan yapayım dedim. Yumurta yok, yağ yok, süt yok, krema yok... Nasıl olacak bu şimdi derken soya ya da pirinç sütü kullanabilirsin deyince hemen koştura koştura markete. Soya alerji yapabilir dedim pirinç sütü aldım. Pirinç sütü yerine belki de etikette yazdığı gibi pirinç içeceği demek gerek ama aynı süt, lezzetli de. İçindekiler bakınca şöyle diyor; su, pirinç (% 12), ayçiçek yağı, deniz tuzu, vitaminler, kalsiyum, kıvam artırıcılar filan. Madem ineklerin sütünü zorla almak istemiyoruz o zaman sütte biraz zahmetli olacak artık.

Benim soya deneyimim sanırım bol GDO'lu olduğu için doktorla sonuçlanmıştı ama organikleri meğer bi şey yapmazmışşş. Süt tamam; yani krema ve yumurta yerine süt, eh tereyağ yerinede zeytinyağ, unda tam tam buğday unu. Ama gerçekten vegan kurabiye daha güzel oldu, yeminle diyorum:)






İÇİNDEKİLER 1 kabak, 1/2 demet dereotu, 1/2 demet taze soğan, 1 kırmızı biber, 4+2 yemek kaşığı zeytinyağı, 150 g pirinç sütü (ya da bitkisel başka bir süt), 250g tam buğday unu, 1/2 tatlı kaşığı kabartma tozu, 1 çay kaşığı deniz tuzu. 

NASIL YAPTIM Tüm sebzeleri ufak ufak doğrayıp 2 kaşık zeytinyağ ile suyunu çekene kadar hızlı bir şekilde kavurdum (böylelikle pişerken sularını salmadılar), soğuması için bir kenara ayırdım.  4 kaşık zeytinyağını sütle iyice çırptım bu karışıma soğumuş olan sebzeleri karıştırdım. En son bir başka kapta eleyip iyice karıştırdığım kuru malzemeleri spatula yardımıyla bu karışıma ekleyerek hamur yapımını bitirdim . Hafif yapışkan bir hamur elde ettim. Fırın tepsisine  dondurma kaşığıyla hamuru aralıklı olarak yerleştirdim. Bu hamurdan yaklaşık 12 top çıkıyor. 170 dereceye ayarladığım fırında 30 dakika pişirdim. Bi yarım saatte ızgara tellerinde dinlendirince işlem tamam oldu:)

20 Temmuz 2010 Salı

BALKON DOMATESLERİ 1

Yazının başlığında "1" var çünkü ben aceleciyim... Aslında bu yazı 1 ay sonra domatesler olunca yazılacaktı ama işte bi giriş olsun dedim:)

Bu domateste pek şahaneymiş acaba bunu bir organik ev tarımı denemesi yapsam mı dedim bi gün. Tam böyle değil ama işte... Benzer... Şöyle bir şey yapılabiliyor, domatesin çekirdekleri kurutulup bir sonraki senenin nisan ayında filan ekilip filizlenince de fideler ayrılıp bir birinden şöyle bir 50-60 cm mesafede ekilebiliyor. Ben şöyle yaptım elimdeki domatesin çekirdeklerini suyuyla birlikte bulduğum ilk saksıya akıttım ki o da yılbaşı çiçeği saksısına denk geldi. Bu vesileylede domateslerin süt anneside yılbaşı çiçeği olmuş oldu. Aradan sanırım 1-2 hafta geçmişti ki domateslerin çekirdekleri yeşerip ayaklanmaya başladı. Bunun üzerinden de bir 10 gün geçince domatesleri süt analarından ayırıp yeni ve daha büyük bir saksıya aldım. Burada yapılması gereken bir şey  vardı o da en sağlıklısını o saksıya almak ama ben hepsine kıyamadım 3 tanesini saksıya ektim. Eh dedim bunlardan heralde biri domates verir ama yinede saksı boşa gitmesin deyip bi de diplerine maydanoz tohumları attım... Onlarda büyüyor...

Şimdi boyları 40 cm (biraz önce ölçtüm:) oldu, sıra çiçek vermelerinde. Sonrada domatesler gelsin. Tabi o zaman kırmızı domatesli bir yazı da şart olacak.

Fotoğraflara ilişkin küçük bi açıklama: İstanbul'da hazır yağmur yağmışken dedim ben de domateslere ve yılbaşı çiçeğine yağmur yağdırayım. Elime aldım su spreyini, her zaman ekmek hamurunu nemlendirecek değil ya arada da fotoğrafa yardımcı olsun. Böylece de yağmuru da görmüş oldu benim domatesler.







19 Temmuz 2010 Pazartesi

MUZLU CEVİZLİ ÇAVDAR KURABİYESİ

Hani şöyle hikayeler vardırya doğrudan doğruya yemekten gına gelen adem oğlu ya da kızı onunla (neyse o artık) başka birşey yapmaya kalktı ama o bambaşka bir şey oldu. Evet üç aşşa beş yukarı durum bu üstelik benim elimde 2 şey vardı. Üstelik organiktiler... Da da dammmmm... Fazla dramatize edip geyiğin dibine vurmadan söyliyim, organik çavdar unu ve organik muz. Doğal olarak unu çok fazla yedim ve sıkıldım diyemeyeceğim öyle pek sık yenilebilecek bir şey değil... Un işte. Muza gelince eh onun durumu biraz öyle... Organiği değil ama, diğerinden bu aralar pek sık yedik ve bir değişiklik yapalım dedim. Kurabiye olsun oda dedim. Gerçi bir de aklımda dondurma var ama kısmet diyelim. Açıkçası dondurmadan çok hem yapması kolay hem de kalorisi az diye "galeto" yapmayı planlıyorum. Yani dondurmanın İtalyancası:) Her ne kadar dondurmanın İtalyancası olsa da bir çok yerde bir tür olarak kabul görmüş sanırım.

Neyse kurabiyeye dönelim şimdi. Bir de organik meselesi var tabii onu es geçmemek gerekir. Benim de bir aralar tanımladığım gibi genellikle yamru yumru tam olmamış ve pahalı olan şeyler organik olmuyor... Anladığım kadarıyla oldukça meşakkatli bir onay sürecinden sonra organik sertifikasını elinize alabiliyorsunuz. Bunlada bitmiyor bir de denetimler cartlar curtlar var. Velhasılı kelam organik malzeme alırken sertifika sormak gerekiyor yoksa sadece daha pahalı, hormonlu ve bol kimyasallı ürünler edinebilirsiniz o kadar. Bu ürünlere ulaşabilmenin de en kolay yolu "Ekolojik Pazarlar". Ben Bomonti'dekine bir de Göztepe Özgürlük Parkı'ndakine gittim ikisi de iyi ama Bomonti hem ürün zenginliği hem de altyapı olarak daha iyi. Alt yapı derken, pazarı gezerken başınıza güneş geçmiyor yani... 

Gelelim tarifin organikliğine, valla malzemelerin yarısı organik yarısı değil yani balın, tereyağın yumurtanın (ben organik kullandım, marketlerde var) cevizin, eh işte tuzunda organiği var ama kabartma tozunun ki biraz zor gibi ama yinede bir araştırılabilir. İşte tarif demeden önce son bir not bu kurabiye yumuşacık bir kurabiyeler...

İÇİNDEKİLER 50 g tereyağ, 100 g bal, 1 yumurta, 200 g muz, 2 yemek kaşığı vanilya özütü, 100 g ceviz, 200 g çavdar unu, 1/2 yemek kaşığı kabartma tozu, 1/8 çay kaşığı tuz.

NASIL YAPTIM Kuru malzemeleri (un, kabartma tozu ve tuz) eleyip iyice karıştırıp bir kenara ayırdım. Tereyağını iyice çırpıp krema kıvamına getirdikten sonra bal ekledim (her yeni malzemeyi karışıma yedirene kadar çırpıyorum), yumurtayı ekledim sonra da vanilyayı ekledim. Bu karışıma ufak ufak doğradığım muzları ekleyip yine iyice çırptım ardından ufalanmış cevizleri ekledim. En son da kuru malzemeleri ekleyip iyice karıştırıp kek hamurundan biraz daha yoğun bir hamur elde ettim. Bu hamuru folyoya sarıp 5-6 cm çapında bir rulo yapıp 3-4 saat dondurdum. Buzluktan çıkartıp 0,5 cm kalınlığında parçalar kesip fırın tepsisine aralarında 3-4 cm mesafe kalacak şekilde yerleştirdim ve daha önceden 160 dereceye getirdiğim fırında 20 dakika pişirdim. En son olarak da ızgara üzerinde 30 dakika dinlendirdim

4 Temmuz 2010 Pazar

KUKU SİBZAMİNİ (İRAN YEMEĞİ)

Yani, patatesli (sibzamini) yumurtalı İran yemeği. Elbette başka patatesli yumurtalı İran yemekleri vardır ama bize Cevat bunu yaptı. Daha öncede bir pilav yemeği yazmıştım Zelişli Pilav. Gerçi orda bir telaffuz, anlama, çeviri hataları silsilesi neticesinde Zereşd yerine Zeliş diyip ona da bir güzel hikaye de yazmıştım. Açıkçası hikaye de hoşuma gidince dokunmamıştım ama itiraf ediyorum o yemeğin adı Zereşdli Pilav... 

Bu yemekte bir ilk yapıp kendi yapmadığım bir yemeği yazacağım. Ama kısaca Cevat'tan bahsetmem gerekiyor, çünkü çok sevimli, çok cana yakın, çok enteresan bir kardeşim o benim. Cevat ilk önce Fatma ile İsfahan'da tanışıyor. Fatma pek bi gezenti olduğu için hop orda hop burda elinde fotograf makinesi gezip durur. İsfahan'da fotograf çekmek için koştururken Cevat karşısına çıkıyor ama ne çıkmak. Fatma'nın arkadaşlarıyla Türkçe konuştuğunu duyunca karşısına dikili veriyor. Size rehberlik yapayım benimle Türkçe konuşun diyor, tabi Fatma'nın vakti az güneş bu durduğu yerde durmuyor. Fotografçıların dediği gibi ışığı da kaçırmamak gerekiyor tam ne yapsam etsem derken Cevat diyorki "Ben Türkçe konuşmayı çok seviyorum". Valla bu değişik bir durm diyor Fatma yani "ben Türkleri seviyorum" demiyor "Türkçe konuşmayı" diyor. Yani İran'da insanların çoğu Türkleri seviyorum diyor zaten, bu değişik bir durum. Fatma'nın vakti olmadığından O'na mail adresini veriyor. Böylece de dostluk başlıyor uzun süre mailleşerek sonra da yüz yüze. Cevat hayatımıza böyle girdi işte.




Bu bizim Cevat Türkçe konuşmakla kalmıyor aynı zamanda bağlama da çalıyor. Üstelik türkü de söylüyor. Gerçi Mahsun Kırmızıgül hayranı olduğu için onun gibi söylüyor bütün türküleri. Mahsun hayranı olmasında tabii ki bir mahsur yok ama düşününce hafif bozuk Türkçe'siyle Mahsun gibi türkü söyliyen bir İranlı en azından değişik oluyor. Bizim Cevat İran'da spor öğretmenliği yapıyor aynı zamanda da profesyonel bisikletçi. Bunların hepsini birleştirince bir de üstüne sevimli ve sevgili dolu olmasını da ekleyince müthiş bir şey çıkıyor işte. Yani bizim Cevat...

Gelelim yemek meselesine; dediğim gibi bu yemeği Cevat yaptı. Cevat'a göre "çok güzel ve sağlıklı" ama içindeki malzemelerden anlaşılacağı gibi karbonhidrat ve protein bombası:) Aslında sağlıklı ama önce 1-2 saat -hem de en azından- spor yapmakta fayda var ya da ertesi gün. Cevat bu yemeği "çoğunlukla ben yapıyorum" dediğine göre kesin sporcu yemeği ama İran usulü. Ya da İran usulü bir yemek ama biraz bomba, her neyse öyle bir şey işte. 

Bu tarifin fotoğrafları hem biraz farklı ham de bolca oldu. Malum yemek yapan yiyen yemeğe sulanan pek fazlaydı. Bir de GORBİ'ler vardı tabii yani kediler. Azcık Farsça laf edelim dimi hazır yemek İran yemeğiyken...

Şimdiden herkese "NOUŞE CAN" yani Farsça afiyet olsun.




İÇİNDEKİLER Patates, mantar, havuç, yumurta, sebze kurusu (İran'dan gelen bir karışım, paketlerde satılıyor Türkiye'de olmayabilir ama içinde, pıras, maydanoz ve çemenotu kurusu var), zerdeçal, tuz, zeytinyağı ve ayçiçek yağı.

TARİF Valla miktarlar konusunda bilgi sızdıramadım:) Sanırım göz kararı yapılabilecek bir yemek. Patatesler kalınca rendelenip tuz ve zerdeçalla iyice karıştırılıyor. Bu karışım ayçiçek yağında kavruluyor. Bu arada mantarlar iyice temizlenip soyuluyor (valla elma soyar gibi soydu Cevat...) ince ince dilimlenip zeytinyağında kızartılıyor. Patatesleri genişçe bir tencerenin dibine bastıra bastıra yayılıyor üstüde kızartılmış mantarlarla süsleniyor. Yumurtalarla (sanırım 5-6 tane) kuru sebzeler çırpılıp bütün malzemenin üstünü örtecek şekilde tencere dökülüyor. Yumurtalar pişene kadar bu haliyle yemek pişiriliyor. Bu arada ince ince havuçlar rendeleniyor. Yumurtalarda pişince havuçla üstü süsleniyor. Yemek biraz daha pişiriliyor ardından genişçe bir kapak yardımıyla yemek ters yüz ediliyor. Alt taraf üste geldikten sonra o tarafta havuçla süsleniyor. Biraz daha pişiriliyor, sonra da dilimlenip servis ediliyor. Alt üst etmek biraz zahmetli bi durum ama yöntem bu... Bu arada pişirme sırasında tencerenin kapağı hep kapalı oluyor.

1 Temmuz 2010 Perşembe

MARİNE IZGARA TAVUK

Bu yaz vakti ızgara, et, tavuk... Yaaa havada çok sıcak... Sonra bu kilolar ne olacak... Ama protein lazım onun için tavuk göğsü olsun, balık olsun protein almak lazım. Hazır almışkende şöyle biraz neşelisinden, hafif denişik bir şey olsun dedim. 

Aylar önce yabancı bir siteden yabancı adı olan bir marine ve sos tarifi bulmuştum. Tarifi çevirip hemen yapmıştım.  Notları durmasına rağmen notlar arasında ne yazıkki ne sitenin adı ne sosun adı yok. Yani yazmamışım. Hata bende. Ama diğer yandan sos ve marine işlerinden pek anlamama rağmen yapması yemesi pek keyifli bir tarif olduğu için bu gün tekrar yaptım hazır yapmışken fotoğraflarını da çektim. 

Marine tarifinin değişik yönü elma suyu. Ama doğru düzgün sulu elma bulamayınca elmasız oldu:) Belki konserve elma suyu denenebilir. Ama benim bu bol katışıklı bol katkılı konservelerle başım pek hoş değil. Mazallah alerjilerim azabiliyor:) Biraz ekşi bir tavuk oldu ama hani yaz mevsimi filan biraz da ferahlatıcı gibi geldi bana. Yani bu iştede bi keyfekederlik oldu. Elma bulamayınca limonu biraz daha artırdım. Böylelikle kıvam orijinal tarife yaklaşmış oldu. Bir de sos meselesi var tabii ki, onu işte hiç yapmadım. Sosu geçen sefer marinenin yanı sıra yapmıştım eh değişik bir lezzet olmuştu. Onunda malzemelerini de yazıcam.  

Diğer yandan evde ızgara işi biraz çetrefil bir iştir. Bir yandan çok güzel markaların çok şık ürünleri vardır... Bakınca sanki dünyanın en iyi ızgarasını yapacak sanırsınız ve birkaç 100 TL'yi de gözden çıkarırsınız. Sonrası biraz fos çıkar, temizlemesi bir dert, mutfakta çok yer kaplarlar, işte bir sürü hikaye. Ben bir 10 yıldır filan (3-5 marka denedikten sonra) hani şu dandik tel ızgaralar varya hani kıvrım kıvrım rezitansları olan... Basbaya teneke işte, onları kullanıyorum ve şöyle 3-5 santimlik etleri çok güzel pişiriyor. Valla 25-30 TL veriyorum 1-2 yıl da dayanıyor, hani zorlasam 3-4 yıla bile çıkar ömrü ama rezitansların oraları filan temizlemek gerekiyor, değmez diyip yolculuyorum. İşte bu tavuğu o dandik ızgara pişirdi pek de nefis oldu.



MARİNE 1 cup elma suyu, 1 cup su, 1 yemek kaşığı tuz, 2-3 diş sarmısak, 1 yemek kaşığı bal, 1/2 yemek kaşığı esmer şeker, 1/2 yemek kaşığı soya sosu, 1/2 yemek kaşığı limon suyu (elma suyu kullanılmadığında 2 yemek kaşığı olacak), deniz tuzu ve tane karabiber.

TAVUK 1-2 tane 250-300 g inceltilmemiş tavuk göğsü.

NASIL YAPTIM Deniz tuzu ve karabiber dışındaki tüm malzemeleri karıştırıp marine sosunu yaptım. Marinenin içindeki sarmısağı dövüp marinenin her tarafına dağılmasını sağladım. Şeker ve bal erisin diye de biraz karıştırdım. Tavuk parçasını marineye iyice bulaştırdım ve marineyi derince bir kaba koydum tavuk parçasınıda içine. Kabın üzerini streç filmle kaplayıp buzdolabında 3-4 saat beklettim. Marineden çıkardığım tavuk parçasını doğrudan ızgaraya koydum. Biraz deniz tuzu birazda karabiber serptim. Tavuğun her iki tarafınıda iyice pişirdim. İyicenin aslında bir ölçüsü yok ama hafif yanmalı diyebiliriz.

SOS 2 cup mayonez, 1 cup sirke, 1/2 cup elma suyu, 2 çay kaşığı turp rendesi, 2 çay kaşığı karabiber, 2 çay kaşığı limon suyu, 1 çay kaşığı deniz tuzu, 1/2 çay kaşığı toz kırmızı biber.

EV YAPIMI TOZ KIRMIZI BİBER

Evde yapmak için aslında pek zahmetli ve maliyetine de bakarsanız hiçde gerekli olmayan bir iş bu ama çok keyifli. Başka şeylerle uğraşırkende şöyle bir şey oluyor aslında üç, beş belki on birbirinden farklı malzemeyi karıştırıp, belki bekletip, fırınlayıp bambaşka bir şey üretebilirsiniz. Ama bunların hepsi pek alışıldık şeyler olduğu için sonunda "vay be ne acayip bi şey oldu" demeye bilirsiniz. Gerçi ben yapıyorum böyle şeyler mesela hamuru yoğurup şöyle bir avucumun içine yerleştirip "anam benim sen ne güzel şeysin" dediğim oluyor hatta Güler'e de onaylatmak istiyorum o da"hı hı hı hı" diyip süper bi onay veriyor. Ya da bir yemek yaptıktan sonra yemeden önce şöyle bakıp "ne renkli  ne cıvıl cıvl bişeysin sen" diyebilirim. Hatta "seninle fotoraf çekinebilir miyiz" bile diye bilirim... Her neyse durumum bu yapacak bi şey yok işte:)

Kırmızı biber hikayesine gelecek olursak, aslında onlar bi zamanlar yeşildi, sonra kırmızı ve ben her ne kadar istemesemde sonunda turuncu oldular. Şöyle ki bu yeşil biberleri -yani şimdi turuncu toz olandan bahsediyorum- ben salatada filan kullanmak için aldım. Ama ilk yeme denememden sonra burnumdan ve ağzımdan alevler fışkırınca "ben bunları yemiyim" dedim. Bu arkadaşları buzdolabına geri gönderdim. Aradan herhalde 8-10 gün geçtiğinde aniden onları kalınca bir iğneyle ipe dizme kararı aldım. Çünkü bu iş böyle yapılır diye düşündüm en azından kurur kırmızı olurlar bende pul biber filan yaparım. Neyse ben bu arkadaşları balkona bi güzel astım, hakikatende 10-15 gün içinde kıpkırmızı oldular. "Vay be ne müthiş bi şey" dedim, yeşildi kırmızı oldular demek oluyor bu iş. Baktım iyice kurudular bende onları artık blendırdan filan geçirip kullanıma sokayım derken Güler "nayn Daaaavut onlar tozlu yıka onları" dedi. Eh napalım bende yıkadım, bu sefer de içerde kuruttum ama tam kurumadı, baktım bir kaçı çürümeye başladı ben de onları 1-2 dakikacık fırınladım. İşte turuncu o zaman oldular. Bence sormak lazım "çok temizlik renkleri soldurur mu?" ve cevabı evet galiba. Sonra da bir kahve öğütme makinasında, az bir tuzla öğüttüm. Pul değil toz biber oldular. Ama olsun ben pozitif bir insanım ondanda memnunum. Yaşasın turuncu toz biber! Ama sanılmasın ki bu biber 10-15 gün güneşte kaldı sonra yıkandı, sonra fırınlandı acısı azaldı, efenim yok ööle bi şey acı aynı acı. Ama en azından kullanım miktarını azaltıp uzuun bir süre kullanılabilecek bir hal aldı. Türk ve dünya mutfağına hediyemdir...

 

Ama ben bunları okuyamam diyenler için işte tarif.

İÇİNDEKİLER Acı yeşil biber ve deniz tuzu.

NASIL YAPTIM Biberleri ipe dizdim 10-15 gün kuruttum ardından yıkayıp 1-2 dakika fırınladım. Az miktarfa deniz tuzuyla birlikte kahve makinasında toz olana kadar öğüttüm.

Not: Fırınlama kısmı atlanabilir, yani yıkadıktan sonra tozsuz bir ortamda 1-2 gün daha kurutulur ya da bana bi şey olmaz o kadarcık tozla denebilir. Belki de daha kırmızı toz kırmızı biber olur...