14 Haziran 2010 Pazartesi

SİZE USTA DİYEBİLİR MİYİM?


Bi usta olsa peşine takılsam, bi nevi kıçından ayrılmayıp, yeri tergahı filan silip üç-beş şey öğrensem... Biraz eski tarz (bi Can'ım arkadaşımın deyişiyle OLDSCHOOL) düşünmemle ilgili olabilir ama usta-çırak ilişkisi ban pek nefis gelir. İçinde bolca insan bulunan bir şey bu. Belki biraz gelenek ama bol bol duygu var... Sevgi, kuşku, başarı, başarısızlık, zaman zaman öfke, belki biraz itilip kakılma, coşku, beğeni, aşk, hüsran yani insani bi şey bu ilişki. Aslında insanların yaptığı her şey insanidir ama daha çok içinde hinlik olmayan bir insanilikten bahsediyorum, bir nevi benim kendime özgü insani olma durumum ya da tanımım.

Aslında bu tavrım eğitimli aşçılara karşı bir tavır filan değil hatta eğitimin üstüne bir de usta-çırak ilişkisi bindi mi yeme de yanında yat diyebilirim.  Neyse bir de bu usta-çırak ilişkisinin yeni formatı var bence: oda internet üzerinden. Üstelik itilip kakılmadan yerleri, tergahı, ekipmanları filan temizlemek zorumda kalmadan. Bu şahane çıraklık durumunun tabii ki birtakım dezavatajlarıda yok değil. Örneğin bu olmamış yeniden dene diyecek biri yok doğal olarak ya da "eferim len sen öğreniyosun bu işi" diyecek biri de yok. Bak şimdi o aleti şöyle tutman gerekir diyecek, bu malzemesin en iyisi orasından anlaşılır diyecek kimsede yok. Velhasılı kelam internet üzerinden çıraklık yapmak eksik gedik çıraklık anlamına da geliyor.

Birde şöyle bir sorun var ki, usta senin onun çırağı olduğundan haberi yok. Yani o kadar ki ustan yanından geçse tanımıyor seni. Çünkü sen gidip "birader ben senin uzaktanda olsa çırağınım" dememişsin. Ki desen bile o kabul edecek mi bakalım... Yani Nazım'ın şiirinde olduğu gibi "sen elmayı seviyorsun diye elmada seni sevmek zorunda mı" kıvamında bi durum. Hani bazı ortaçağ filimlerinde vardır ya ünlü bir ustanın adını duyup günlerce hatta haftalarca at üzerinde yol gidip, bu ustanın şatosuna varır genç adam (bence 43 yaşta çok yaşlı değil zaten...). Günler ce didinir ve ustanın karşısına çıkar derki: "ben senin çırağın olmak istiyorum". Yaşlı usta şöyle bir bakar ve "sana ayıracak vaktim yok" der. Filmin en dramatik kısmıdır bu ama genç adam yılmaz ve belki onlarca defa ustanın karşısına çıkar ve sonunda çırak olmayı başarır. Hem de ne başarı... O tarihlerde yaşasaydım ben de deneye bilirdim. Mesela Paris dükü David Lebovitz'in önüne çıkabilir ya da San Francisca kontesi Chez Pim'in ya da Rumeli beylerbeyi Cenk Sönmezsoy'un. Aslında o kadar dramatize etmeden deneyebilirim de ama insanın başlka öncelikler olunca olmayı veriyor işte.

Bu yazdıklarımın hepsinin toplamı aslında şu: bu blogda yayınladığım yemeklerin tamamı çıraklık dönemi işleri. Büyük ihtimallede bir süre daha öyle olacak gibi. Kendime usta olarak seçtiğim blog yazarlarının ve aşçıların yemeklerini taklit etmeye çalışıyorum. Ama tabii ki üzerine de bir şeyler katarak yapıyorum bunu. Bazen tüm malzemeleri daha yerli bir hale getiriyorum, bazen de birkaç farklı kaynak kullanıyorum.

Ve bir gün "Keyfekeder Lokantası" projesi gerçek bir lokantaya dönüşürse bu yiyecekleri ustalarımın ki kadar iyi olmasalar bile mönümde yer almasından çok mutlu olacağım.

2 yorum:

  1. bravo usta blader

    YanıtlaSil
  2. Oğuzcum, epeydir uğramamıştım bloguna; yemekler kadar yazılar da çıraklıktan çıkmaya başlamış, usta işi olmaya başlamış.
    Tebrikler...
    Fatma

    YanıtlaSil